Her Yarış Bir Hayat Dersine Dönüşebilir – Moskova Maratonu

Fiziksel olarak daha yorgun olduğum bir an olmadı hayatım boyunca ama hala koşmaya çalışıyordum. 6 Kilometrecik kalmış, bağırıyorlar kenardan, “buraya kadar geldiniz hadi devam edin”. Hiçbirini tanımıyorum. Aslında hızlı koşabilsem dediklerini de tam anlayamayacağım. O kadar yavaşım ki o mesafelerde, her şeyi duyuyorum. Sonra yavaş yavaş tükenmeye başladım, etrafımda durmadan insanlar kenara geçip yarışı bırakıyordu. Hafif bir yokuştan çıkarken o kadar yavaşladım ki, ayaklarım koş komutunu aldırmaz oldu. Arkamdan gelen biri, “hadi devam daha yarış bitmedi” dedi, elini sırtıma koydu ve destek verdi. Sonra da yanımdan hızla uzaklaşırken dönüp gülümsedi, tişörtü de şortu da turuncuydu. Benim gözüme bir kurtarıcı gibi göründü. Biraz utançla, biraz da hırsla tekrar hızlandım, kurtarıcımı yakalayamadım ama en azından yürür vaziyetten iki kat hızlı bir ritme tekrar kavuştum. Hayatımda 25 kilometreden fazla hiç koşmamıştım ki, vücut nasıl tepki verir bilmiyordum. Hırsıma çok güvendim sanırım. Yarış 42 kilometre… koş koş bitmiyor. Hele 33. Kilometreden 34 kilometreye bir türlü gelemedik. 5 kilometredir koşuyoruz hala 34 kilometre olmadı diye isyan edecektim artık. Hâlbuki ilk 20 kilometre öyle miydi, at gibi dörtnala gidiyordum. 30’dan sonra illa ki yavaşlayacaktım, onun için de biraz zaman kazanmaya çalışıyordum.

Kalp ve nabızla ilgili en ufak bir sorun yaşamayacağımı düşünüyordum, haklıymışım da, bitiş çizgisini geçerken bile nefes nefese değildim. Gerçi çizgiyi geçer geçmez yere yığıldım ama o tamamen ayaklarımın artık beni taşıyamamasıyla alakalıydı. Nabız konusunda, haklı çıkmıştım ama emin olduğum bir diğer şey de, acının üstesinden gelip, bacaklarımın yorgunluğuna rağmen koşuya devam edebileceğimdi. İşte o konuda baya yanılmışım. Ayaklarım “bizden bu kadar” diyerek isyan etti. Turunculu kurtarıcımdan birkaç kilometre sonra oldu bu. Ama onun biraz daha öncesi de var.

Dediğim gibi yarış uzun, güzergâh koca Moskova’yı dört dönüyor. En kilit noktayı da benim evimin yanından geçirmişler. Güneşin altında ufacık bir yokuştan çıkıyorsunuz ve hemen benim evin köşesinden geçerek yola devam… O yolu da hep giderim ama yokuş olduğunu o gün fark edebildim. Ufacık bir rampa bile gözünüzde büyüyor o an. Nasıl yorgun bacaklarım, kaslar pes edeli baya olmuş aslında ama oralı değilim. Tam o anda rota seni evinin oraya getiriyor. Düşünsene dedim kendi kendime, yarışı bırakanlar evlerine dönmek için baya yol gidecek, ben şuan evimdeyim. Hemen şurası evim. Aslında bunu kendime bir şaka gibi söylemiştim. Çünkü anca ölürsem bu yarışı bırakırım diyerek başladım. Hep söylerler maraton kendi kendinle yarıştır diye. Bitirmek başlı başına bir başarı ama ben hayatımda maraton koşmaya ilk yeltendiğim bu yarışı sadece bitirmek değil, 4 saatte bitirmek hedefindeydim. Durmadan tekrar tempomu kazanma çabam da kendime koyduğum bu süre limitinden dolayıydı.

Aslında maraton hakkında hiçbir fikrim yokken koymuştum bu limiti kendime. Bir Cuma günü barda Hollandalı arkadaşım Jordy, maratonu 4 saatte bitirme hedefinden bahsetti. Sonra maratondan biraz daha bahsetti… sonra biraz daha… Nasıl etkilenmişsem, ertesi sabah uyandığım gibi yatağımda uzanırken yarışa internetten kayıt oldum. Zaten bir gün sonra da kayıtlar doldu. Kayıt olduğum gün itibariyle hayatımda en fazla 10 kilometre koşmuştum. 2 hafta sonra ufak bir organizasyonda yarı maraton yarışına katıldım, iyi bir sürede, rahat bir şekilde bitirdim. Sonra Moskova’da düzenli antrenmanlara devam ettim. Kendimi delicesine yorduğum ve zorladığım günlerden sonra trans sibirya trenine atlayıp birkaç şehir gezdikten sonra Moğolistan’a oradan da Çeşme’ye tatile gittim. Yaklaşık iki ay süren bu süreç beni yarışta bitiren şey oldu. Moskova’ya döndüğümde 1 hafta kalmıştı yarışa. Seyahatte ve tatilde fırsat buldukça koşmuştum aslında ama sonra dönüp düşününce baya az fırsat bulabildiğimi fark ettim. 60 günün 6’sı koşmuşum sadece.


Maksim Nastusenko tarafından çekilen bu fotoğraf bitişe 500 metre kala fenalaşan bir yarışmacıyı gösteriyor. Maksim sayfasında bitiş çizgisinde yaşananların çok duygulu olduğundan özellikle bahsetmiş.


Turunculu kurtarıcım benim için yarışın birkaç dönüm noktasından biriydi. Bir diğer dönüm noktası ise ilk krampımın girdiği, Nazım Hikmet’in şiirinde bahsettiği Mayakovskaya meydanından çok uzakta değildi. Köşede bir teyze suyunun kapağını açmış, belli ki birini bekliyordu. Belki torunu koşuyordu. Konuşmuşlar, köşeden geçerken ona su verecek belli. Çaresiz halimi görünce tereddüt etmeden suyunu uzattı, bende birkaç yudum alıp yola koyuldum. Şöyle içten bir teşekkür edemedim o güzel teyzeme, şimdi yazarken bile aklımda. Ama yarışın o mesafelerinde her saniye benim için paha biçilmez değerdeydi. Hatta yarıştan hemen önce tuvalete gitmiş olmama rağmen yine tuvaletim gelmişti ama yol kenarlarına kurulmuş olan tuvaletlere girmek demek zaman kaybı demekti, bitiş çizgisine kadar beklemek zorundaydı. İçtiğim sular yetmez hale gelmişti artık, birkaç kilometre sonra artık bittim dediğim bir başka anda ki, durmadan “bittim artık” diyip tekrar tekrar hızlanıyordum, arkadaşlarımı gördüm. Bana enerji deposu ufak jellerden vereceklerdi. Tezahürat, alkış yanlarından geçiyorum… Onları görmek beni bir süre daha idare ettirdi. O noktadan sonra bitiş çizgisinde buluşacaktık. Onlar da biliyordu, 4 saat demiştim. Verilen sözü tutmak lazım ama neye, hangi veriye dayanarak belirledin o süreyi diye sorsalar hiçbir mantıklı açıklamam yok. Zaten yarıştan önce soran da oldu. Zormuş 4 saatte bitirmek. Hayatında ilk kez maraton koşacak birinin 4 saatte bitirmesine ihtimal vermiyorum demişti bir arkadaşım. Yapamazsın dediler diye daha çok hırslanmıştım ama bacaklar 60 günlük tatilde ciddi anlamda formdan düşmüş. 

Yarışın 21. ve 42. kilometrelerinde çekilen bu iki fotoğraf, kendimi ne kadar zorladığımı ortaya koyuyor.

Bahane bulmak yersiz, yarıştayım ve şuandan sorumluyum diyerek kendimi motive ettiğimi hatırlıyorum. Motive ile koşuluyor olsa acayip hızlı gideceğim ama kaslar da etkili malum. Bacaklar ben komut verdikçe, “biz de koşmak istiyoruz ama bitti yani bu kadar” diyordu. Kim bilir kaç kere dururcasına yavaşlayıp tekrardan hızlandım. Her seferinde hadi az kaldı diyordum. Bir grup genç kenardan su uzattı halimi anlayıp. Hatta hızımı kaybetmeyeyim diye yanımdan koşarak verdiler suyu. Bitişe az kalmıştı, ellerinde pankartlarla insanlar, hepiniz kahramansınız, çoğu gitti azı kaldı, pes etme gibi yazılar tutuyordu. Hemen hepsini okuyarak koştum, her biri güç verdi. En sevimlileri ise birkaç kez gördüğüm küçük çocukların “benim babam bugün maraton koşuyor” yazısıydı. Kostümler giyip destekleyenler, şarkı söyleyenler, ritim tutanlar… Bitişe yaklaştıkça destek artıyordu. 37. kilometreye vardığımda fark ettim 4 saatte bitiremeyeceğimi, hesap tutmuyordu. Bu hızla bu bacaklarla imkânsız hale gelmişti hedefimi gerçekleştirmek. Ama motivasyonun en iyisini 36. kilometre civarında gördüm. İnsanın kendi kendisini motive etmesi bir yere kadar, dışarıdan gelen motivasyon, muhtaç olduğunuz motivasyonmuş. Durmadan giren kramplara rağmen devam etmek artık öyle bir zor hale gelmişti ki, değil koşmak yürümek bile acı veriyordu. İlerlemek değil, olduğum yerde durmak bile zordu o an. Hedefimden uzaklaştığımı fark etmek rahatsız etti ama gerçekçi bir hedef değilmiş ki benimki. Buraya kadarmış dedim. 36. kilometreydi bunu söylediğim yer… Herkese dağıtılan yarış numaralarının altında isimler yazılı. Kalabalıktan biri kâğıttan ismimi okuyup “Hadi Efeee…” dedi, diğerleri de alkışlamaya ve Rusça destek vermeye başladılar. Yarışın o aşamasında, oralarda bulunan hemen herkes antrenmanlı ve düzenli ritme sahip kişilerdi. Hızlı gelmiştim çünkü oraya kadar ama bitmiştim de, ya da bittiğimi sanmışım. İnsanların her iki yandan da desteklerini duymak yüzümü güldürdü. Sağımda solumda duran herkes gözümün içine bakarak özellikle bana destek veriyordu. Benim gülümsediğimi fark edince, onlar daha da şiddetle desteklemeye başladılar. Çok yavaştım, gerçekten çok ama çok yavaştım o an. Birkaç tane genç kız olduğu yerde zıplayarak “yapabilirsin, pes etme” gibi şeyler söylüyordu. Yanlarından geçerken omzuma dokunup desteklediler, o büyük grup öylesine destek olmaya başladı ki birden karşılık vermemek imkânsız hale geldi. Hem de hepsi birden destekliyordu çünkü etraftaki en yavaş kişi bendim o an. Dediğim gibi hızlı ve ritimli bir grubun içindeydim. Hızlı bir grubun içinde, hızını kaybetmiş biri olarak kalmıştım. Duygulu bir andı aslında. Ellerinde olsa kucaklayıp bitişe kadar götüreceklerdi, öylesine içten istiyorlardı ki hızlanmamı, hafif bir hızlandım da, ben hızlanınca onlar tezahüratı arttırdı, onlar tezahüratı arttırdıkça ben hızlandım. Çekik gözlü güler yüzlü bir kız vardı, “Hadi lütfen koş” dedi, sanki ben koşarsam onlar kurtulacakmış gibi geldi bana o an. Beni hayatlarında görmemişlerdi ama böylesine desteklemeleri beni gerçekten onore etmişti. O gurubun arasından hızlanarak ayrıldım ama nasıl hoşuma gitmişti o sevgi ve ilgi, kalabilseydim keşke orada ama orası 36. kilometreydi ve matematiksel olarak hala 4 saat limitini tutturabileceğim bir yerdeydim. 37. Kilometreye kadar çok çabaladım ama 4 saat limitini denk getiremeyeceğim gerçeği ile karşılaştım 37. kilometrede. Kalabalıktan gelen “Hadi Efe” desteği belki Türkçe değildi ama Annemin ilkokuldaki koştuğum yarışta verdiği desteği hatırlattı. O duygu yoğunluğuyla 36. Kilometreden 37. kilometreye bir anda vardım ama vardığım gibi orada bittim. Sonra yine ara ara yürüyüşlerle geçti. Bir ara farkına vardım, eğer hızlanmazsam 4:30 limitini de kaçıracaktım. O kadarına da katlanamazdım. Bitişe kadar topallayarak koştum. Bitişi geçtim ve bacaklarım beni yere bıraktı. Kendimi yere attım demek doğru olmaz sanırım, bacaklarım beni kenara koydu.

Ertesi gün resmi sonucum geldi 4 saat 26 dakika 54 saniye. İlk sefer için çok iyi diyorlar. Bense bütün bu süreçten o kadar çok şey öğrendim ki, rezil bir sonuç deseler bile onur duyarım. Maraton gerçek manada insanın kendi ile yarışı. Biriyle yarışmayan binlerce yarışmacı hep beraber yarışı bitirdik.

Bitiş çizgisini geçen herkese verilen madalyam ile poz verirken sonucumdan gayet memnundum.

Bu yarış sürecinde kanserden kaybettiğim Annemi hatırlamak bana hep güç verdi. Yarış sonrası geçen günlere rağmen hala destek almadan merdiven dahi çıkamıyor olmam yapabileceğimin en iyisini yaptığımın göstergesi sanırım. Bu yarışı anlamlı kılan bir başka şey ise Adım Adım oluşumu aracılığı ile TEMA adına koşmuş olmam. Böyle güzel bir anıyı böyle güzel bir amaç için koşmuş olmak büyük bir mutluluk. Siz de bağışta bulunarak TEMA’ya destek olabilirsiniz, bu linke bakmanız yeterli… http://adimadim.org/stklar/TEMA/Turkiye-Erozyonla-Mucadele-Agaclandirma-ve-Dogal-Varliklari-Koruma-Vakfi.aspx

Maraton öncesi hazırlamış olduğum video.



Efe TANAY
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...